Nereye Doğru’da Cengiz Aktar, ‘60. yılında 1964 sürgünleri ve İstanbullu Rumlar’ adıyla düzenlenen toplantıya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin Gazze ile ilgili yeni karar tasarısına ve Forensic Architecture (Adli Mimari) sivil toplum kuruluşunun detaylı hazırladığı Filistin raporuna değiniyor.
Nereye Doğru’ya bugün ‘60. yılında 1964 sürgünleri ve İstanbullu Rumlar’ konulu Fener'de Maraşlı Okulu'nda bütün gün sürecek olan önemli bir toplantının yapılacağını söyleyerek başlayan Cengiz Aktar, “1964'te zamanın Cumhuriyet Halk Partisi hükümetinin tertip ettiği bir sürgündü bu ve ondan sonra İstanbul Rum nüfusu artık yok olmaya yüz tuttu ve bugün 2000'ler civarında Rum kaldı biliyorsunuz İstanbul'da. 20 dakikada çekip gideceksiniz, yanınıza 20 dolarlık eşya alabilirsiniz ve 20 kilodan fazla da olmayacak. Yıl dönümü değil, Nisan'da cereyan etti ama bugün yapılıyor toplantı. Geçenlerde çok zamansız bir şekilde vefat eden tarihçi ve Yunanistan'ın eski İstanbul Başkonsolosu olan Alexis Alexandris anısına yapılıyor. İstanbullu bir Rumdu Alexis. Hrant Dink Vakfı ve İSTOS Yayınevinin bir ortak çalışması,” diye belirttikten sonra Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi gündemiyle devam etti.
“Dün BM Güvenlik Konseyinde, Gazze ile ilgili yeni bir karar tasarısı için oylama yapılacaktı. E10 - Elected, daimi üyelerin yanında seçilen 10 güvenlik konseyi üyesinin girişimiyle, Birleşmiş Milletler şartının yedinci başlığına -barışa yönelik tehditler, barışın ihlali ve saldırganlık eylemleriyle ilgili eylemler- atfen bu tasarı hazırlandı. İki yıllığına seçilmiş güvenlik konseyi üyesi olan Cezayir, bu tasarıyı kaleme aldı. Fakat ABD, yine kapalı kapılar ardında bunu veto edeceğini söyledi. Bunun sonucunda yine pek suya sabuna dokunmayan, ‘ateşi kesin ve rehineleri serbest bırakın’ diyen bir karar tasarısı çıktı. Diğer dört daimi üyenin ‘evet’ oyu vereceği, en azından ‘veto’ olamayacağı düşünülüyor. Oylama dün olacaktı ama yine uzadı ve bugüne sarktı. Neden bundan bahsediyorum? Çünkü çok benzer bir karar tasarısı 10 Haziran'da çıktı. Bu da bir ateşkes çağrısıydı ve ilk defa bu tasarıya ABD karşı çıkmadı, çekimser oy kullandı ama buna rağmen hiçbir şey olmadı. Bunun üzerine geçmiş BM kararlarına baktım. Filistin ile ilgili ilk karar 29 Kasım 1947 tarihli ‘partition’, o toprağın bölünmesi kararı. Ondan bu yana hakikaten sayması çok zor, dolaylı ve doğrudan olmak üzere Filistin ile ilgili ve İsrail'in yaptıkları ile ilgili sayısız karar var. Hiçbirini ama hiçbirini uygulamıyor İsrail yani dünyada eğer 1945'ten sonra kurulmuş bir düzen var ise bundan azade olan ve kendisiyle ilgili ve yaptıklarıyla ilgili alınan kararları asla ve kata uygulamayan bir tek ülke var; o da İsrail. Tüyler ürpertici. Hukuk üstü veya hukuk altı bir ülke. Hukuk, uluslararası hukuk onlara işlemiyor. Dolayısıyla bu BM Güvenlik Konseyinden çıkacak olan kararların hiçbir kıymeti yok çünkü karar çıksa dahi Birleşmiş Milletlerin onları uygulayacak veya uygulattıracak bir gücü yok. Ancak hakkında karar alınan ülkelerin uluslararası hukuka uyma konusundaki niyetlerine kalmış bir hareket ama böyle bir şey de yok,” dedikten sonra Cengiz Aktar, BM konusuna şöyle devam etti, “Artık hakikaten sonuna gelindi, öyle gözüküyor. Daha önce bu konuyu işlemiştik, hatırlayacaksınız. 1945'ten sonra kurulan Birleşmiş Milletler sistemi, artık yerlerde sürünüyor çünkü sekreteryanın kendi başına bir gücü, bir ağırlığı yoktur. Ancak üye devletler sekreteryanın çalışmasını isterler ise o sekreterya çalışabilir ama öyle bir niyet de yok. Mesela, geçenlerde hafta başında, Pazartesi günü Sudan ile ilgili bir oylama daha oldu ki Sudan'dan da bahsettik geçen hafta. En son rakamlara göre, Londra çıkışlı bir tropikal tıp okulundaki Sudan çalışma grubunun verdiği bilgi, en az 60 bin kişinin öldüğünü söylüyor. Son birkaç ay içerisinde Sudan ile ilgili bir güvenlik konseyi tasarısı vardı. Bu, İngiltere ve Sierra Leone'nin birlikte hazırladıkları bir karar tasarısı ama onu da Rusya veto etti. Fakat kimse Rusya'nın niye Sudan ile ilgili karar tasarısını veto ettiğini anlamadı. Oradaki büyükelçi yardımcısı, ‘Bunlar aralarında anlaşsınlar, biz empoze etmeyelim şimdi’ demiş ve birbirlerini öldürmeye devam ediyorlar.”
Özellikle üstünde durmak istediği Forensic Architecture konusuna geçen Cengiz Aktar, “Forensik Architecture (Adli Mimari) diye bir sivil toplum kuruluşu var ve şu sıralarda Depo İstanbul sanat merkezinde bir sergileri var. Geçenlerde bu kuruluşun bir Filistin raporu çıktı. Son derece ayrıntılı bir rapor - belki Apaçık Radyo’nun sitesine konabilir çünkü içinde çok bilgi var. Şimdi biraz rakama boğacağım dinleyenleri ama maalesef bunlardan bahsetmek gerekiyor; toplam yerle bir edilen alan 131 km2 yani taş üstünde taş kalmayan alan 131,7 km2. Bu, Gazze'nin %36'sına tekabül ediyor. Şimdi buna tabii İsrail ordusunun orada var ettiği 55 km2'lik Gazze'nin %15'ine tekabül eden tampon bölgeyi de dahil ediyoruz. İki tane de koridor var. Gazze'nin %10'u olan Netzarim koridoru 35 km2. Bir de 10 km2 Philadelphia koridoru var ve bir de 62 km2 baskın rotaları diye tabir ettikleri yerler var. Kısaca bir şey kalmıyor. Raporda bütün bu yıkım, tahribat ve inşa eylemlerinin hiçbir şekilde tesadüfi, gelişi güzel olmadığı söyleniyor. Planlı, programlı, tutarlı, apaçık bir mekansal mantık izlendiği söyleniyor. Sonuçta bunlar mimar, ne dediklerini biliyorlar. Şimdi tarımsal yıkıma gelelim. Bu demin rakamlarını verdiğim yani işgal altında veya yerle bir edilen alanlardaki tarım arazilerinin tümü yok edilmiş. Toprak artık bir daha kullanılmayacak şekilde zehirlenmiş, kirletilmiş. ‘Kuzey ve Güney’ diye geçen deniz kenarındaki bu iki bölge, artık dümdüz bir yer, hiçbir şey yok. Artık kuzey ile güney arasında sanki iki ülke gibi bir fark var. Yani Kuzey'i tamamen temizliyorlar. Kuzey'de yaşamak yasak, çok çok az insan kaldığı söyleniyor. Zaten tek yönlü geçiş hakkı var. Sadece kuzeyden güneye sivil olarak, yürüyerek gidilebiliyor - güneyden kuzeye geçiş yok. Bu çalışma, 30 Ağustos tarihine göre yapılmış. Genişletilmiş insani bölge dahil edilerek, Gazze'nin %50'si aşağı yukarı bu verdiğim rakamlara dahil ediliyor. Fakat, bu insani bölge denilen yerin sürekli sınırları değişiyor, dokuz kere değişmiş. Orada yaşayan insanlar sürekli tahliye emrine tabi tutuluyor çünkü insani bölge tanımı değişiyor. Bu verilen tahliye emirleri kafa karıştırmak üzere tamamen belirsiz ve tutarsız. İnsani bölge denilen yerlere dokunmamak diye bir şey de yok tabii yani İsrail ordusu istediği zaman gidip orayı da vuruyor. Bu işi yakından izleyenler, yapay zekanın kullanıldığını söylüyorlar, bu yapılan saldırılarda had safhada bir yapay zeka kullanımından bahsediyorlar. Toplam alanın %84’ü tahliye emirlerine tabi tutulmuş yani gidecek yer yok. Geriye kalan yer, %16, o da yapay zekanın keyfine bağlı. Tüyler ürpertici rakamlar var. 7 Ekim 2023 ile 30 Haziran 2024 arasında Gazze'deki tüm bitki yaşamının yaklaşık %83'ü yok edilmiş vaziyette. Tarım arazilerinin %70'i, tarla ve meyve bahçeleri de buna dahil - yok edilmiş. Üç bin 700'den fazla seranın %45'i yıkılmış. Yer altı suyu kuyularının %47'si ve su depolarının %5'i tahrip edilmiş. Kuyuların %29'unun durumu bilinmiyor. Gazze'deki atık su arıtma tesislerinin hiçbiri sağlam ve işlevsel değil. Bu tarihler arasında 36 hastaneden 35'i en az bir kere hizmet dışı kalmış. Bu 36 hastaneden 31’i doğrudan hedef alınmış. Kuşatma altında olan hastane 11, işgal altında olan hastane 10, sahra hastanelerinin dördü tahliye edilmiş ve hizmet dışı bırakılmış ve 27 hastane tahliye emri verilen bölgeler içinde yer alıyor. Bütün Gazze'deki sağlık tesislerinin 57'si saldırıya uğruyor, 45'i hasar görüyor, tamamen 18'i yıkılıyor. Barınakların %71'i saldırıya uğruyor. Muazzam bir hasar var artık, barınak demek mümkün değil. Postane gibi kamu hizmetleri, 53 kez saldırıya uğruyor. 152 tanesi yıkılıyor. Okullar bir facia biliyorsunuz; 75 saldırı var, 334'ü hasar görüyor, 91'i ise yerle bir ediliyor. 18 üniversite tamamen yıkılıyor, toplam 81 saldırı yapılıyor. Dini kurumlarda ki bunun içinde camiler ve kiliseler var çünkü pek bilinmez ama Filistinliler %100 Müslüman değil; bir dolu Hristiyan, Gayrimüslim var. İrili ufaklı dini kurumların ve ibadet yerlerinin 130'u yıkılmış. Kültürel alanların %91'i saldırıya uğramış. Kuzey Gazze'de yolların %47'si, Güney Gazze'de de %33'ü kullanılır vaziyette değil; toplam 10 bin 308 yapı hasar görmüş, dokuz bin 524 yapı da yerle bir edilmiş. Bu hasarlı yapıların kullanılması mümkün mü, değil mi o da belli değil. Kategorilere göre saldırıları sıralamışlar. Fırınlara 17 saldırı, sığınaklara 73, yardım personeline 60, yardım arayan sivillere 50, depolar ve su arıtma tesisleri gibi yardım altyapısı tesislerine 78 saldırı. Yardım konvoylarına – biliyorsunuz, onları geçirmiyorlar - 22 saldırı. İsrail veya Batı Şeria'dan geçmekte olan yardım konvoylarına altı saldırı var. Bir de 230 UNWRA’lı Birleşmiş Milletler personelini öldürdüler. Bir de bunu dahil ederek korkunç tablo hakkında bu rakamları vermiş olalım. Gazze’yi hiçbir zaman unutmamız lazım,” diye belirttiğinde Ömer Madra, “Peki, öldürülen gazeteciler de bu Forensic Architecture raporuna giriyor mu?” diye sordu ve Aktar, gazetecilerin de dahil olduğunu, çok ayrıntılı bir rapor olduğunu söyledi ve raporla ilgili son olarak, “Çok hayırlı bir iş yapmışlar. Bu görülmemiş boyutlarda bir soykırım. Sadece soykırım değil; soykırım, doğa kırım, kent kırım yani her türlü kırım ve bunu yapan İsrail hükümeti ve tabii unutmayalım, ahalisi. Ahalinin %70'i destekliyor bütün bu olanları, bunu her zaman vurgulamak lazım - bu sadece Netanyahu'nun işi değil; bu, maalesef İsrail'de yaşayan insanların çoğunluğunun niyeti ve isteğiyle olan bir şey, bunu tarih böyle yazacak. Biz söylemiyoruz, kendileri söylüyorlar zaten,” yorumunu yaptığında Madra, “Prof. Ömer Bartov ile yapılmış söyleşide de aynen bunu söylüyor. ‘Buna sessiz kalanlar da uluslararası Holokost'tan sonra, tekrarlanmaması, bir daha asla olmaması için sağlanan bütün uluslararası yapının bertaraf edilmesinden sorumlu olanlar’ diyor. Gazeteciler konusunda da bütün dünya savaşlarında görülmemiş oranda gazeteci ölümlerinin yüksek olduğu söyleniyor. Üstelik gazetecilerin girmesi de yasak,” eklemesini yaptı. Aktar son olarak, “İsrail haber yapılsın istemiyor. Bütün bu tip rejimler haber düşmanı yani gerçek düşmanı ve haber düşmanı. Bu kadar basit,” diyerek bu haftalık gündemini tamamladı.